Bir Rumeli Güzellemesi: Honeyland

Yarıştığı çok önemli festivallerden sayısız ödülle ayrılan Honeyland, gerçek, yalın ve tertemiz duyguları ekrana mükemmel bir şekilde aktarıyor.

“…Yandı Kumanova, Tutuştu Preşova Üsküp’ün ortasında; Veli Bey hovarda…”

Bu hafta Sundance Film Festivali’nde yarışan, ayrıca 92. Oscar Ödülleri’nde Makedonya’nın ‘En İyi Yabancı Dilde Film’ kategorisinde Oscar adayı olan, ilk beşe kalan fakat son düzlükte büyük ödülü fenomen film Parazit’e kaptıran muhteşem bir yapımdan söz edeceğim: Honeyland.

Makedonya’nın ücra bir köyünde, evlerde yanan cılız mum ışıklarının gerisinde, hüzünlü pencere camlarının hemen ardında bir yaşam… Gece ayaz mı ayaz, gündüzler ise birbirinin hep aynı, tekdüze. Sanki bir sırrı saklayan tepelerin ardındaki bu küçük köyde adeta doğayla bütünleşmiş bir kadın, Hatice (Hatidze Muratova). O bir türlü yuvadan uçamamış ve bu tenha köyde tutsak bir beden.

Hem yaşlı ve hasta annesine bakan hem de birçokları tarafından terk edilen köylerinde hayat mücadelesi veren bir karakter Hatice. Geçimini ise arıcılıkla sağlıyor. Hatice, muhteşem bir doğada, yeşil ve mavinin şahitliğinde en yakın arkadaşları olan işçi arıların getirdiği bereket ve bolluk ile günlerini geçiriyor. Bazen bir yamaç kenarında, bazen asi rüzgarlar içinde bazen ise huzurla akan serin bir dere boyunda izliyoruz Hatice’yi.

Hatice’nin yaşam döngüsü ve geçimini sağlaması tamamıyla bohçasına doldurduğu bal kavanozlarını civar kasaba pazarlarında satmasına bağlı. Arılar ise hem çok verici hem çok nazlı. İşçi arıların ‘yeniden üretim’ döngüsüne geçmeleri Hatice’nin temel yaşam gerçekliği aslında. Arılar, “Hem size hem bize, yarı sana yarı bana” mottosuyla tekrar üretim yapmaları için sürekli teşvik ediliyorlar. Filmin merkezinde ise “doğa-insan” ilişkisi, insanın doğaya her bir adımda tabi oluşu, doğayı dönüştüren ve en faydalı hale getiren tüm aktörlerden bağımsız insanın hiçbir işe yaramadığı vurgusu var.

Hatice doğayla saf ve çıkarsız bir ilişki kuran iyi niyetli bir kadın. Tek gailesi annesine bakabilmek ve ekonomik döngülerini sağlamak. Öte yandan yaz aylarında köye gelen göçebe ailelerin durumu, yoksulluğun amansız koşulları, geçinebilme yolları da filmde karşımıza çıkıyor. Bulundukları köyde zamanla Hatice’nin hiç de tarzına uymayan bir mücadele ortamı doğuyor.

Hussein Sam hayvancılıkla uğraşan ve mısır yetiştiren bir adam. Aklında hep alternatif kazanç yolları var. İyi kalpli Hatice’nin de tecrübeleri ve yardımları ile o da arıcılığa başlıyor. Fakat bu dayanışma bir anlaşmazlığın da temeli oluyor. Paraya sıkışan Hüseyin kendisinden iki yüz kilo bal satın almak isteyen toptancının baskıcı tavrı karşısında yapmaması gerekeni yapıyor. Kovanlarında biriken tüm balı satıyor ve kendi arılarının Hatice’nin arılarına saldırmasına neden oluyor. Kendi ve ailesinin çıkarı uğruna Hatice’nin yıllardır uğruna ömrünü adadığı kazanç kapısına zarar veriyor. Üstelik bununla da yetinmeyip bal üretirken kullanılan otluk alanı, sığırları için daha verimli bir araziye dönüştürebilmek adına ateşe veriyor.

Sosyolog Henri Lefebvre’in “Mekânın Üretimi” adlı eseri, yönetmenliğini Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov’un üstlendiği Honeyland filmi için referans niteliğinde adeta. Lefebvre’e göre doğa, iktidar ilişkilerinin elinde daima oyuncak olmuş durumda. İktidar sahiplerinin maddi ve manevi tüm çıkarları doğayı ezip geçiyor. Ona toplumsal bir ürünmüş muamelesi yapan her kişi ya da kurum er ya da geç hak ettiği ceza ile karşılaşıyor.

Hüseyin’in tüm bu hoyrat entrikaları karşısında Hatice güçsüz ve ezilen tarafı sembolize ediyor. Dertleşeceği biricik sığınağı ise yine yaşlı annesi. Çaresizlik Hatice’de sessizliğe yol açıyor. Adeta dilsizleşiyor… Hesap sorabileceği kimsenin olmadığının da farkında. Canı yanıyor. Elinden bir şey gelmiyor. Tek yapabildiği annesine şu soruyu yöneltmek “Vakti zamanında beni istemişlerdi, niçin vermedin? Şimdi artık isteseler de ben gitmem; seni bırakmam”.

Bir yuva bile kuramamış, hüzünlü ve yalnız bir karakter Hatice. Hüseyin’in tüm yaptığı kötülüklere rağmen ailesiyle yaşadığı samimi sıcak diyaloglar yalnızlığını bir nebze olsun hafifletiyor ara ara. Fakat yazın bitmesiyle birlikte mevsimlik işçilerle komşular köyden ayrılınca kimsesizlik ve yalnızlık bir kez daha kapısını çalıyor. Doğa yine en büyük dostu olup çıkıyor. Yıllardır bir bebek gibi baktığı annesine “İlkyaz gelsin mi, istiyor musun?” diye soruyor, ancak biliyor ki yaşlı annesi bir yaz daha göremeyecek kadar halsiz, yaşlı ve hasta. Korktuğu son Hatice’nin yanı başında. O vazgeçmiyor. Annesinin başında bir mum ışığında nöbetine devam ediyor. O kış yaşlı kadın vefat ediyor. Hatice’ye kalan ise iki kedi, bir çoban köpeği, bir de boş sedir oluyor.

Derken bir kış daha bitiyor. Yaz yine kapıyı çalıyor. Hatice aynı yerde bildiğiniz gibi; bildiği şeyleri yapıp durmaya devam ediyor. Bataklığında çırpınıp durup çıkamayan bir kuğu adeta. Hayali hep uzaklara gitmek ama o işçi arıları ile birlikte hayatın dik ve zorlu yokuşlarında tırmanmaya devam ediyor.

Bu minimal anlatım dili izleyene öyle iyi geliyor ki hiç bitmesin istiyorsunuz. 2019 yapımı Honeyland koca bir hüzün buğusu, ancak aynı zamanda yaşama tutunmanın da filmi. Görüntü yönetmenliği ile akla Kiarostami sinemasını getiriyor. Gerçek, yalın ve tertemiz duygular beyaz perdeye aktarılmış adeta. Bu hüzünlü bal ülkesinde saklı kalmış hayatları ıskalamayın derim.

Son olarak bu filmin dünya çapında büyük ilgi görmesinin ardından, filmi gerçekleştiren ekibin Hatidze Muratova’ya kaldığı köyün yakınında, elektriği ve suyu olan bir köyde konforlu bir ev aldıklarının da müjdesini verelim. Hep üzülecek değiliz ya!

Not: Bu eşsiz belgesel filmi bana öneren ve ilk bahsettiği anda gözlerinde Hatice’ye dair bir şeyler gördüğüm değerli arkadaşım Didem Soydan’a sonsuz teşekkür ederim. Sayesinde tanıştığım Hatice’yi bir ömür boyu unutmayacağım kesin.

Yazar: Doğuş Bengi


Önerilen yazılar