Bali’nin yemyeşil doğasının kalbinde ve doğasından bile güzel kalpli insanlarının arasında mistik bir seyahat serüveni…
Çocukluğumdan beri cennetin nasıl bir yer olduğunu hayal ederdim tıpkı birçok insan gibi. Hep nedense yeşil gelirdi gözlerimin önüne, her tonda yeşil ve içlerinde onlarca farklı renkte çiçek. Cennet dediğin yer kalbine sığdırabildiğin bir yer olmalıydı. Doğasıyla, kokusuyla, titreşiminin kalbinle olan uyumuyla… Cennet tam olarak kalbindeki yer olmalıydı. Tabii ki cenneti aramıyordu zihnim, sadece konu olduğunda gözümde canlanan tanımdı bu.
İstanbul’da aldığım yoga eğitmenlik eğitimini ilerletmek ve yoga öğretisinde daha fazla derine gitmek, felsefesini, anatomiyi, pozların sağlığa olan faydasını daha iyi öğrenmek istiyordum. Yoga eğitmenlerinin birçoğunun yoganın doğduğu topraklara, Hindistan’a gidip eğitim aldığını biliyordum. Ben de bir ön gezi yapmıştım ancak benim peşinde olduğum başka bir şey vardı. Buradaki eğitimlerde videolarını izlediğimiz Yoga felsefesinde duayen diye tanımlanan Carlos Pomeda ile çalışmak…
Ve gittim… Her detayı hazırladım ve tek başıma gittim. Gece 1’de havaalanına indiğimde gelmeden önce anlaştığım bir şoför beni aldı, Denpasar’dan Ubud’a yaklaşık bir buçuk saat yol gittik. Yol boyu görebildiğim tek şey karanlıktı. Siyah, uçsuz bucaksız bir siyah… Dünya haritası geldi gözümün önüne, yukarıda ve batıda Türkiye’yi konumlandırdım, öbür ucunda aşağıda da Bali’yi. Hiç tanımadığım bir adamın arabasında dünyanın tam olarak diğer ucunda gece yarısı siyahın içinde küçücük bir noktaydım, korkum kendimden büyük… Korkumu bastırmak için sorular sormaya başladım şoföre, adı Komang’mış. Komang üçüncü demekmiş. Bali’de esas olan soy isimlermiş. Ön isimler kaçıncı çocuk olduğunu gösteriyormuş. O nedenle herkesin ismi, Wayan, Ketut, Komang. Aklıma gelen tüm anlamlı anlamsız soruları sordum ve sonunda “Geldik” dedi Komang.
Tuttuğum evin girişinden iki kat bahçeye indik ve gördüğüm şey daha karanlıktı. Bu kez içine çeken, beni de tamamen kendi içinde kaybeden bir boşluktaydım. Komang ışığı açtığında ise mutfağın evin dışında olduğunu anladım. Tavanda ise bir çırpıda saydığım 17 kertenkele vardı. Hızlıca mutfağı gözden geçirdim ve su ısıtıcısı ile kahveyi gördüm. “Gitme” dedim hemen Komang’a “Kahve içelim, gitme.” Korkumu baştan beri anladığı için bana “Tamam” dedi. “Sana bu konuda tek bir cümle söyleyeceğim” Hemen arkamı dönüp kahve için su koydum. Masaya oturduk. Komang gözlerimin içine baktı. “Burada anne karnındaki kadar güvendesin. Ubud, ilk öğrendiklerini bilinçaltına yerleştirdiğin, titreşimiyle var olduğun ve güvenle büyüdüğün yer, yani anne karnındasın Leyla. Korkma” dedi. O gece Komang’ın hayatımda hep var olacağını hissettim ve yanılmadım. Kardeşim oldu benim, dünyanın diğer ucundaki kardeşim…
Komang gittikten sonra evin içine girip bir çırpıda bavulu bıraktım ve çıkıp avludaki mutfak masasında oturdum. Romanımla ilgili bir şeyler yazmaya başladım, sonra o kadar uzun bir yolculuk ve adrenalinin vücudumda giderek azalması ile masada öylece uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda kapı çalıyordu. Önce üzerime doğan güneşi hissettim, sonra başımı sola çevirdiğimde uçsuz bucaksız yeşili ve bu yeşile akan sonsuz yüzme havuzumu gördüm. Karşıda kat kat pirinç tarlaları, onların etrafında palmiyeler, hindistan cevizi ağaçları, ağaçlara tırmanan tek tük sincaplar vardı. “Cennetteyim” dedim sesli olarak. Kapının sesini yeniden duydum. Gidip ahşap kapıyı açtığımda karşımda geleneksel kıyafetleri ile yüzündeki ışığını yayan bir kadın vardı. Elinde, içi rengârenk tropik meyvelerle dolu kucak kadar bir tepsiyle bana gelmişti. “Hoş geldin” dedi. Apartman görevlisiymiş Siri.
Ertesi gün okula başladım. Her sabah 7’den akşam 7’ye kadar matın üzerinde olmaya bedenim ilk haftadan sonra alıştı. Öğrendiklerim sadece bildiğimiz anlamda yoga değildi. Orada çalmadan yaşamak da yogaydı, insanların kalbini kırmadan hayatını sürdürebilmek de. Zaman da çalınmazdı, eşya da, fikir de… Bali’de yoga “ahimsa” (şiddetsizlik) ile başlıyor. Her canlı, insanlar da bitkiler de hayvanlar da Tanrı’dan bir parça taşıdıkları için kutsal. Tanrıya nasıl davranıyorsan canlılara da öyle davranman gerekiyor. Tabii önce kendine… Kendine karşı her konuda şiddetsiz davranabilirsen sonra bu dışarıya da yansıyor. Batı dünyası için hırsların yok olması mesela, şiddetsizliği getiren ilk adım belki de. En zor, en kritik anlarda bile kavga etmek yerine ellerini birleştirip “İyi misin?” diye soran insanları ben Bali’de tanıdım. “Bizde olsa kesin kavga çıkar” dediğim onlarca olayda birbirlerine sarılan insanlarla, sarılmanın gerçek anlamını öğrendim. Açtığın kalbini karşı tarafa hissettirmek, o duyguyu paylaşabilmek, enerjiyi aktarabilmek için sarılmakla, bizdeki sırtını sıvazlayabilmek için olan sarılmanın farkını bana durup dururken “Galiba bugün kendini iyi hissetmiyorsun” diyerek gelip sarılan Amerikalı sınıf arkadaşım öğretti.
Daha önce sayısız ülke görmüş biri olarak Bali’de beni bu kadar çok etkiyen şey insanlarıydı, felsefeleri ve tabii Ubud’un eşsiz yeşiliydi. Hayatımdaki “EN”leri bana öğreten yer oldu Bali. En güzel koku, en güler yüzlü insanlar, en zor anlar, en kolay akan hayat, en öğretici ülke… Komang’ın söylediği gibi, suç oranının neredeyse sıfır olduğu Ubud benim anne karnımdı. Güvendeydim, daha önce hiç bir şey bilmiyormuşçasına öğreniyordum ve sahip olduğu o özel titreşimle büyüyordum.
Carlos Pomeda ile yoga ve meditasyon çalışmak için gittiğim Bali’de tanıştığım ya da tanışmadığım sokaktaki her insan, yüzlerce öğretmenim oldu. Şimdi her yıl arınmak, öğrenmek ve öğrencilerimle bu deneyimi paylaşmak için gidiyorum Bali’ye. Beni içine çeken artık siyah değil yeşil ve bu yeşil öğrencilerimi de sarıp sarmalıyor. Sokakları tütsü kokan, mutlu olduklarında değil, mutlu olmak için gülümseyen insanların iyileştiren titreşimini yaşıyoruz.
Herkesin cenneti kendi kalbinde, benim kalbim Ubud.
Sevgiyle,