Duyduğumuz her farklı ses bize o kadar fazla öğretiyor; farkında olarak yaşamak, farklılıkların değerini bilmek için çeşitlilikten öğrenmemiz gerekiyor.
Şimdi yaz geldi, sokakta çok ses var. Çocukların oyun sesleri, balkonlarda oturup sohbet eden komşuların sesleri, yakınlarda bir inşaatın başladığını anlatan iş makinaları… İyi ki çok ses var. Son 2 yıldır çokluğu özlemeyen var mıdır acaba? Kendimle kalmaktan mutluyum ve yalnızlığı da çok seviyorum. Evet, ama gecenin sessizliğini yaran kahkahaları, kalabalık yemek masalarını, son kalan yaprak sarması için ablamın paylaşalım mı diyen bakışlarını özlüyorum. Aşılar, yeni düzen, pandemi derken bugün eskiye daha yakınız. Ama kalbimizde ve zihnimizde yer eden çok büyük tecrübeler var. Eminim yıllarca anlatacağımız 2 yıl var, acısıyla ya da atlatmış olmanın verdiği rahatlama hissiyle 2 yılı cebimize koyduk. Ama nasıl anlatacağız? “Biz 2020’de öyle bir yıl yaşadık ki….” diye mi başlayacak cümlelerimiz, yoksa “Her şey 2020 de başladı” mı diyeceğiz?
Ben en fazla kalabalıkların çeşitliliğini ve farklılıkların bana kazandırdığı bakış açılarını özlüyordum pandeminin ilk günlerinde. Sonra online kavuşmalar artınca herkes gibi ben de fark ettim ki böyle de oluyor, böyle de insanlar düşüncelerini paylaşabiliyor, sesler yükselip, kahkahalar duyuluyor. Hatta mesafeler ortadan kalkınca çokluk da artıyor. Kimi Almanya’dan katılıyor mesela yoga dersime, kimi İzmir’den. Ankara’dan da sesler var, İstanbul’dan da. İşin en güzel yanı da bu değil mi? Çok seslilik, farklılık. Herkesin aynı şeyi söylemediği bir dünya. Çünkü hiçbir şey herkes söylediği için doğru ya da hiç kimse yapmadığı için yanlış olamaz. Kendi kalbimizin sesini buluncaya kadar bize çokluk gerek.
Birçoğumuz farklı insan deneyimini okuldan sonra iş yerlerinde deneyimliyor. Kurumsal dünyanın plazalarındaki beni düşününce, ne çok değişmişim, ne çok yol almışım diye bakıyorum kendime. Bizim şirkette de iyiler vardı, tabii ki kötüler de… O yıllarda kariyerleri için her yolu mübah sanan ve insanlara kötülük yapan, üzerlerine basan, haklarını yiyen ve bir şekilde hedefe giden yolda kendilerinden başkasını tanımayanlara kızardım. Bazen öfke ile yutkunur, bazen de karşı çıkardım. Ama bilmezdim onların da olmaları gerektiğini, asıl bana doğruyu öğreten şeyin onların yanlışı olduğunu. Ya da bir insanın sadece kötü veya sadece iyi olamayacağını anlamıyordum. Bana kötülük yapan birinin dışarıda binlerce insan için iyi olabileceğini akıl edemiyordum demek ki… Aslında karma diye isimlendirip kenara koyduğumuz ama bir türlü hayatın içerisinde derinleştiremediğimiz şeydi bu.
Hiç önemli değil, herhangi bir nedenle size haksızlık yapan birini düşünün, nasıl da kızarsınız, üzülürsünüz ya da hak arama derdine düşersiniz. Oysa onun bunu yapmasının birden çok nedeni var. Karma yasasının yaygın bilinen tarafından baktığınızda sizin daha önce yaptığınız bir şeyin sonucu olabilir, size geri dönmüştür. Ama karşı tarafın karmasını bilemeyiz ki; size haksızlık yapan kişinin bunu yapmasının kendi döngüsünde bir yeri de olabilir. Diğer yandan o belki artık hayatınızda olmaması gereken biridir. Bu olay farklı yollara gitmenizi sağlamak için oluyordur. Belki de tam tersi sizin tepkilerinizi iyileştirmek için bir fırsattır. Nasıl bileceğiz bunun hangisi olduğunu? Nasıl davranacağız bu durumda? Çünkü her çözemediğimiz konu gibi, bu da biz doğruyu buluncaya kadar sürekli karşımıza çıkıp, başımıza gelecek.
Bence peşinde olduğumuz tek şey gerçek. Gerçeği bulmak için yaşıyorsak, bizi oraya götürecek şey de yalnızlık ve inzivadan önce çokluk. Ne kadar çok farklı ses duyarsak o kadar öğreneceğiz, ne kadar çok insan tanırsak o kadar kendimizi fark edeceğiz, ne kadar kalabalıksak o kadar gerçeğe yakınız. Manevi olarak tok kalabilmek için çokluğu deneyimlemek gerek. Kimilerimiz her deneyimden sonra kendisiyle baş başa kalıp olanları sindirecek ve sonra yeni deneyimlere açacak kalbini, kimilerimiz çokluğun içerisindeöğrenmeye devam edecek. Böylece yaşam boyu karşımıza çıkan insanlara ve olaylara dışarıdan, üçüncü bir kişi gibi bakmaya başlayacağız. İşte tam olarak o zaman olan bitenin neden başımıza geldiğini anlayacak ayırım gücünü elde edebileceğiz. Ne zaman bu ayırım gücünü kalbimizde hissedebilirsek o zaman gerçek sandığımız, illüzyondan da kurtulabileceğiz. Tüm bunlar bize “bu hayatın bir amacı var mı? Dünyaya neden geldim?” gibi soruların yanıtlarını da beraberinde getirebilir. Böylece, iş yerindeki, sokaktaki, oturduğunuz sitedeki insanların iyi ya da kötü olduklarının sorgusu yerini tam bir doyuma, tokluk hissine bırakabilir. Yani olanı biteni anlayabilmenin yolu ayırım gücünden geçiyor. Bunu elde edebilmek için de biraz farkında olarak yaşamak, farklılıkların değerini bilmek ve çeşitlilikten öğrenmek gerek.
Çevrenizdeki her sesin keyfini çıkarmanız dileği ve sevgiyle…