MAKALE

Okul Öncesi Eğitimde Ezber Bozan Yaklaşımlar

Okul Öncesi Eğitimde Ezber Bozan Yaklaşımlar

Dünyada kabul görmüş eğitim ekollerinden hangisinin çocuğunuz için daha uygun olduğunu merak ediyorsanız, üç farklı yönteme ait detayları yazımızda bulacaksınız.

Sonbaharın gelişiyle birlikte çocuklar ve ebeveynlerde tatlı bir telaş başladı. Çocukları 2-3 yaş aralığında olan anne babaların heyecanına ise merak ve endişe karışıyor: “Anaokulu zamanı geldi mi? Çocuğum okul öncesi eğitime hazır mı? Hangi okulu seçmeliyiz?”

Ben de bu gruba dahil annelerden biriyim. Hatta ben Eylül ayını da beklemedim. Oğlum geçen Mayıs ayında, 27 aylıkken kreşe başladı. Eşim de ben de çalışıyoruz ve ailelerimiz şehir dışında yaşıyor. Bu yüzden yatılı bir bakıcımız var. İçinde ufak bir çocuk parkı ve bolca yeşil alanı olan, her yaştan çocuğun kendi aralarında bolca sosyalleşebildiği bir sitede oturuyoruz. Yine de erken başlayan kaliteli bir okul öncesi eğitimini, yani oğlumun çocuk gelişiminde uzman eğitmenler eşliğinde, yaşıtlarıyla birlikte ilgi alanına yönelik oyunlar oynayıp aktiviteler yapmasını kıymetli buluyorum. Bu nedenle çevreden gelen “Daha çok küçük, zaten hayatı boyunca okula gidecek, zaten evde bakıcınız var,” gibi yorumlara kulak tıkadım. Sonuçta sahibine ve öğretmenlerine ısındığım, çocuklara birey olarak değer verildiğine inandığım ve çocukların geniş bir alanda özgürce hareket edebildiği bir okulu seçtim.

Okul arayışlarım sırasında karşıma kafamı oldukça karıştıran bazı kavramlar, daha doğrusu eğitim yöntemleri ya da ekolleri çıktı: Montessori, Reggio Emilia, Waldorf gibi. Sizlere bu üç pedagojiyi dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Bunlardan herhangi biri size ve çocuğunuza uyuyor mu; bunu ebeveynler olarak yine en iyi siz bilebilirsiniz.

Montessori: “Kendim yapabilmem için bana yardım et”

İtalya’nın ilk kadın doktoru Maria Montessori’nin (1870-1952) geliştirdiği; merkezine her çocuğun biresyel becerilerine, ilgi alanlarına ve öğrenme hızına göre eğitim almasını alan bir pedagojik yaklaşım.

Maria Montessori, eğittiği bir grup zihinsel bozukluğu olan çocuğun sınavlarda normal çocuklara yakın skorlar elde ettiğini görünce ilk çocuk evi olan Casa Dei Bambini’yi kurar. Burada, normal çocuklarla yaptığı uzun çalışmalar sırasında onları detaylı gözleme fırsatı bulur: Buna göre çocuklar, yetişkinler tarafından programlanmış eğitimden, ödül ve cezadan, öğretmen masasından, oyuncaklardan ve toplu derslerden hoşlanmaz. Her çocuk kendine hastır, biriciktir. Öğretmenlerin yine belli bir müfredatı vardır ve bu ekol belli bir akademik birikim sağlamaya çalışır. Ama geleneksel sistemden farkı öğretmenlerin asla tüm sınıfa toplu ders vermeye çalışmaması, bunun yerine her öğrencinin kendi istediği şekilde ve zamanda öğrenmesine yardımcı olmasıdır.

Öğrenciler kendi istedikleri materyallerle, kendi istedikleri zamanlarda ve istedikleri kadar ilgilenmekte özgürlerdir. Önemli noktalardan biri çocuğa hatasının gösterilmesi değil, onun kendi hatalarını bulması ve düzeltmesine olanak tanınmasıdır. Çevre, eğitimin en önemli unsurlarından biridir. Sınıftaki eşyalar çocuğun vücut yapısına ve gücüne uygun şekilde olmalıdır. Temizlik ve düzen esastır. Kullanılan doğal malzemeden üretilmiş materyaller kapaksız ve alçak raflarda bulunur, böylece çocuk bağımsız olarak tüm materyallere ulaşabilir. Montessori felsefesinde teknoloji kullanımı çok düşük tutulur.

Montessori, dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de oldukça tanınan, tercih edilen bir sistem. Özellikle büyük şehirlerde hemen her semtte birkaç Montessori okulu bulmak artık mümkün.

Reggio Emilia: “Çocuğun 100 dili”

Bu pedagojinin gelişim hikayesi o kadar romantik ki… İkinci Dünya Savaşı sonrasının boğucu ortamında İtalya’nın Reggio Emilia bölgesindeki insanlar çocuklarını devletin istediği şekilde değil, kendi belirledikleri özgürlükçü bir sistemle yetiştirmek isterler. Bunu duyan psikolog Loris Malaguzzi gönüllü olarak bu ebeveynlere katılır ve birlikte bu okul öncesi öğrenime odaklanan sistemi oluştururlar. Reggio Emilia metoduyla okul öncesi eğitimi gören çocuklar çok başarılı oldukları için de sistem tüm dünyada yayılır.

Bu metodda öğretmen, aslında öğrenme sürecinin rehberidir ve her çocukla birlikte öğrenip kendini geliştirmeye devam eder. Öğrenilen her şey bir sonuç, öğrenme ise bir süreçtir. Asıl mühim olansa sonuç değil öğrenme sürecidir. Reggio Emilia’da belirli bir müfredat takip edilmez. Çocukların ilgi alanları ve merak ettikleri dikkatle gözlenir. Bunlar doğrultusunda öğrenme yolculuğu şekillenir. Öğretmenin anlatıp öğrencinin dinlediği bir yol yerine, zaman zaman öğrencilerin birbirine öğretmesine de izin verilir. Öğrencilerin gelişimleri dikkatli bir dökümantasyonla takip edilir. Öğretmen kadar velilerin de dahil olduğu, hatta sıklıkla gelip okulda vakit geçirdikleri bir pedagojidir.

Reggio Emilia felsefesine göre her çocuğun kendini ifade etmede farklı yolları vardır, şarkı söyleme, resim, heykel, dans, sözlü anlatım, doğa taklidi, çizgi çizme, ışığı kullanma gibi. Buna da “çocuğun yüz dili” denir. Böylece sanatı, çocuğun öğrenme sürecinde merkeze alır. Her Reggio Emilia okulunda atölye ve laboratuar karışımı, doğadan gelen materyaller ve sanat aletleriyle dolu “atelier”ler bulunur. Bunlarda ise çocukların sanatla öğrenme sürecinde onlara rehberlik edecek, kendi dillerini bulmalarına ve kullanmalarına ışık tutacak bir “atelierista” bulunur. Bu arada bu yaklaşımda teknoloji limitli bir düzeyde, özellikle sanatsal performanslarda kullanılabilir.

Reggio Emilia ilhamlı okullar ülkemizde sayıca henüz Montessori okulları kadar çok olmasa da giderek yaygınlaşıyor.

Waldorf: “Hayal gücü, gerçeğin hissiyatı, sorumluluk duygusu.”

Waldorf pedagojisinin ilk adımları Alman düşünür, bilim adamı ve sanatçı Rudolf Steiner tarafından 1919’da Stuttgart’ta atılır. Steiner her çocuğu bir çiçeğe, öğretmen ve eğitimi de onun açmasını sabırla bekleyen bahçıvanlara benzetir. Öğrenmenin tohumları verimli topraklara uygun şekilde ekilebilirse zengin bir hasat dönemi yaşanır.

Bu sistem oyunu temeline alır. Çocukların bireyselliğine saygı duyarak, oyun oynayarak kendi gelişim zamanları içinde öğrenmelerine olanak tanır. Öğrenim sürecini tamamlayanlar bir sonraki aşamaya geçebilirler. Öğretmen ve ebeveyn bir takım gibi, çocuğun gelişimine uygun bir ortam sağlamak için çalışır. Sınav, sınıfta kalma, ödev gibi geleneksel değerlendirme yöntemleri uygulanmaz.

Doğada vakit geçirme, plastik yerine doğal materyallerle haşır neşir olma sistemin vazgeçilmezidir. Hava nasıl olursa olsun her günün bir bölümü mutlaka dışarıda geçer. Ağaç dalları, pamuklar, yapraklarla oynanır. Teknolojiden belirli bir yaşa kadar uzak durulur.

Waldorf felsefesi Türkiye’de çok yeni tanınıyor ve doğada vakit geçirmek elzem olduğu için ancak belirli yerlerde Waldorf okulları kurulabiliyor. Yine de önümüzdeki yıllarda daha çok Waldorf anaokulu göreceğimiz kesin.

Yazar: Ezgi Elibol Topçuoğlu


Önerilen yazılar