İnsanın kendini sevmesi kimi zaman bencillik gibi görülse de aslında, mutluluğun ve başkalarını sevebilmenin ilk adımı.
Kavga eden bir çift düşünün, tartışmanın en heyecanlı yerinde taraflardan biri tüm siniri ile haykırıyor diğerinin yüzüne, “Eee, kusura bakma önce Can, sonra Canan”. Diğer tarafın söyleyebileceği sözler gittikçe boğazında düğüm olmaz mı? Gittikçe seçenekleri azalıp tek kelimeye düşmez mi? “Peki…”
Son söylenecek sözlerden biridir ve sonu anlatır bizdeki geleneksel kullanımında. Bazen çaresizliğin, bazen de bencilliğin üzerini örter. Oysa bunu haklı çıkaran açıklamalar da yok değil. Mesela, geçen gün bir arkadaşım “Uçaklarda bile oksijen maskesi için önce kendinize, sonra çocuğunuza takın deniyor. Yani acil durumda çocuğundan bile önce kendini kurtarman gerektiği söyleniyor, o yüzden tabii ki önce BEN varım,” dedi. Uzun uzun konuştuk sonra, acil durumda kim kimi kurtarabilir diye. Çocuk mu anneyi, anne mi çocuğu? Tabii ki anne hayatta kalmalı ki çocuğuna da yardım edebilsin diye hemfikir kaldık. Yani bunun konuyla, bencillikle, süper egoyla hiçbir ilgisinin olmadığına ikna oldu sonunda.
Oysa hayat seninle başlıyor ve seninle bitiyor. Sen gözünü açtığında, var olan her şeyi tanıdığında, yaşamına alıp kabul ettiğinde senin hayatının bir parçası oluyor ve sen gözlerini sonsuza kapattığında o insanlar da, nesneler de, olaylar da son buluyor. O zaman yaşadıklarımızın merkezinde kendimizi konumlandırmamız yanlış olamaz.
Sadece herkesin kendi yaşamının merkezinde olduğunu bilerek, sevgiyle yaklaşarak yaşamak lazım. Hayatın en önemli kavramı sevgi. Sevmek yeterli mi? Hayır tabii ki. Göstermek gerekir. Seven ve sevdiğini ifade edebilen toplumlar gerçek mutlulukla yaşayanlardır. Sevgi zayıflık değil, güçtür. Sevgi her kalbi yumuşatır, sevgi siyahı beyaza, dikeni kadifeye dönüştürür. Çok kızdığınız arkadaşınıza, annenize, çocuğunuza bağırmak yerine kalkıp sarılmayı deneyin bir kez. Tüm kalbinizle, sıkı sıkı sarılın. Nelerin değiştiğini, haklı ve haksız kavramlarının nasıl yok olduğunu izleyin sonra… Bırak seninle başlayan hayat, o sarılmayla yumuşasın, çiçekler açsın ruhunda…
Mutluluk kendi içinde başlıyor, ancak kendini seviyorsan başkalarını da sevebiliyorsun. Tüm canlıları hem de… Kendini sevmeyen insanlar başkalarına zarar veriyor, kendini sevmeyen insanlar kavga ediyor, kendini sevmeyen insanlar hayatı kendilerine de dar ediyor. Hıncını, sevgisizliğini başkalarından çıkarıyor. Ayrıca kendimizi sevmeyi beceremezken, nasıl oluyor da tüm hayatımız boyunca o büyük aşkı arıyoruz? Daha kendimizi sevemiyorken başkasını nasıl seveceğiz ki? En acımasız eleştirileri kendimize yapıyor sonra zihnimizin ürettiği mazeretlerin arkasına saklanıp, bir şekilde haklı çıkmayı arıyoruz. Yüzleşemeyip çözemediğimizde de bir kenara koyup rol yapmaya devam ediyoruz hayata. O zaman gerçekten önce sen…
Önce sen saçlarını, kilonu, boyunu, huysuzluklarını, yemek yiyişini, yürüyüşünü, erkenciliğini, ayaklarını, parmaklarını, zayıf yanlarını sev. Mükemmel ya da bir başkası olmana gerek yok ki… Bu halinle ne kadar eşsiz olduğunu gör. Belki de şimdiye kadar yaptığın en zor şey olacak bu. Zihninin ürettiği mazeretlerin ötesine geçip en doğal halinle yüzleşeceksin. Seni sen yapan her şeyi kabul et, farkına var. Bu gelişmemek demek değil, bu değişimi reddetmek hiç değil. Neyi dönüştürmen gerektiğini bilmek demek, itip çekmeden, zorlamadan sevgiyle büyümek, değişmek ve kalbine büyük bir alan açmak demek. Hayatının geri kalanını beraber geçireceğin kişiyi oluşturmak demek.
Kendini sev ki geliş, oku, öğren, gez, paylaş, konuş, anlat, doğruyu ara, peşinden git, kalbini dinle, öğüt ver, tavsiye al… Hayata ve dönüşüme dair kalbine sığdırabildiğin her şeyi sen yap. Başkalarından sana ne? Önce sen. Sonra başkalarına öğretirsin demiyorum. Önce sen diyorum. Herkes “Önce ben” dese, kimsenin kimseye bir şey öğretmesine gerek kalmadan, beraberce geliştiği ve paylaştığı bir toplum oluruz. O yüzden “Sonra Canan,” yok, “Önce Can…”
Sevgiyle,