Yaklaşık 10 yıl süren bir kışın ardından, hala koltuğundan vazgeçmemekte direnen politikacılar gibi yağmurlu havalar da şu günlerde peşimizi bırakmıyor. Bu son yağmurları da atlatırsak güzel, kavurucu ve iki hafta sonra “Çok sıcak oldu yauw…” diyeceğimiz müthiş bir yaz bizi bekliyor. Kendi adıma konuşacak olursam, umarım bu yaz da geçen yaz olduğu gibi kah evime kah işime 500 metre kala yakalandığım sağanaklarla imtihanım olmaz. Kış aylarındaki tecrübelerime bakacak olursak, şimdilik gökyüzüyle aram çok iyi.
Bu ayki konumuz dışarı çıkmak, dışarıda olmak, dışarıda bulunmak üzerine… Ön girizgaha, dışarıda doğru yerde bulunmamakla ilgili bir hikayemi sizinle paylaşarak başlamak istiyorum:
Ailece hep sportif insanlar olduk. Bunda da sevgili babamın payı çok büyük. Haftanın bazı günleri daha Belgrad’da koşu parkuru bile yokken uzun yürüyüşler, Kaz Dağları bu kadar popüler olmamışken kamp hayatı ve Olympos o eski Olympos iken survivor bilincini aileye aşılamak gibi babamın enteresan girişimleri olmuştu. Bu girişimlerden birinde, bir göl kenarında 1+1 küçük bir kamp kurmuştuk. Kız kardeşim, annem, babam, ben ve bir miktar erzak. Bu bölgeye sanırım yedi ya da sekizinci gelişimizdi ve kendimizi bölgenin sahibi, bir nevi sorumlusu gibi hissediyor ve doğayla konuşuyorduk. Hatta kardeşim bir ara gölde yankı yapan bir kaya oluşumu keşfedince, bütün ahali orada sanki ilk defa sesimiz yankılanıyormuşçasını şen şakrak bağırışlar, şarkılar ve türküler tutturmuştuk. Annem öğlen yemeğini hazırlarken, babam çeşnilerde ona yardım ediyor; biz de kardeşimle 40 cm uzunluğunda çubuğumuz ve benim evden getirdiğim yine 40-50 cm’i geçmeyen dikiş ipimizle sofrayı donatacak bir balık tutmaya çalışıyorduk. Çok konsantreydik. Ne de olsa en önemli görev bizimdi. Fakat her güzel hikayenin bir sonu olduğu gibi, bu mutlu aile tablosunun sonu da yağmur sonrası hafif çamur olmuş yolda lastik izlerini takip eden iki Toros dolusu geniş ailenin sınırlarımıza gelmesiyle oldu. Ama olsun gölün kenarı hala bizimdi.
Başta yaklaşık 20 kişi olduklarını düşündüğüm bu geniş aileyi pek sallamasam da önce kemiksiz 70-80 kg gelecek üç kızı ve benden biraz daha uzun iki çocuğu görünce, iyice tadım kaçtı. Artık tek isteğim bir balık tutup mutlu aile soframıza geri dönebilmekti. Aksi gibi o gün bizim için pek de rasgelmemişti. Adeta göl kurumuş, tüm balıklar yok olmuştu. Boynu bükük bir şekilde 50 metre gerimizdeki çadırımıza geri döndük. Annemden oltamı eşyalarımın yanına koymasını ve yorgunluğumu alması için iki dilim kavun rica ettim. Kavunları hemen tüketip kardeşim için de iki dilim kavun istedim ve yeni verilen kavunları da hemen mideme indirdim. Kardeşim bu konuda pek sesini çıkaramadı. Zaten kendisi yorulacak bir şey de yapmamıştı. Öylece oturup, “Balık gelirse göle geri salalım mı?” gibi saçma ve survivor ruhuma aykırı konuşmalarla kafamı bulandırıyordu.
Tatlı kuş seslerinin hafif çam ağacı hışırtılarına karıştığı bu harika atmosferi, yandaki geniş ailenin Toros’undan gelen, Angara’nın Bağları tadında, şu an hiç hatırlamak istemediğim bir müziğin bozmasıyla iyice tadımız kaçtı. Öğlen yemeğinde peynir tabağımızdan seçme peynirler ve kızarmış ekmeklerimizle karnımızı doyururken, yan tarafta kırılan karpuzun sesi bize kadar geliyor, tüm aile Ramazan davulu büyüklüğündeki karpuza kaşıkla hunharca girişiyordu.
Akşam üstü gölün kenarında, geniş ailenin benim yaşlarımdaki fertleri toplanmış bölgemizi istila planları yaparken, artık bu işe bir dur demenin zamanı geldiğini düşünüp, kendimi bu arkadaşların arasına attım. Başta “Buralarda siz yokken biz vardık ulen!” gibi bir racon keserek girecektim ki şişmanlardan biri elindeki futbol topuyla beni can evimden vurdu. Hemen tanıştık. Meğer onlar da iki takım oluşturup veleybolumsu bir oyun oynama peşindelermiş. E şimdi delikanlılığa sığmaz “Buradan gidin, burası bizim mıntıka” demek. Kabul ettim tabii… Pek etkisi olmayacağını bile bile kardeşimi de dahil ettim oyuna. Güle oynaya saçma bir oyun tutturmuş gidiyorduk. Ta ki topumuz kayığın içine düşüp orada kalana kadar.
Şimdi bambaşka bir sorunumuz vardı. 80 kiloluk iri cüsseleriyle Toros ailesinin kızları ve daha iri abileri kırmızı köşede; tıfıl ama atletik, babasının öğrettiği tüm hayatta kalma konularında üstün başarılara imza atmış ben mavi köşede. Tabii ki sazan gibi atladım “Ben alırım!” diye. Plan çok basitti. Dizlerime kadar suya girecek, sonra şişman ağabeylerden birinin sırtına basarak tekneye çıkacaktım. Öyle de oldu. Kaldı ki doğaçlama fırlamalık konusunda çok yaratıcı olan bu iki ağabeyden bir diğeri gelip de kayığı sağa sola sallayıp alabora edene kadar çok gururlu ve günü kurtarmış biri olarak hissediyordum kendimi. Tekne birkaç kuvvetli sallanıştan sonra üstündeki bendeniz ile birlikte alabora oldu ve suya düşer düşmez sanırım hayatımdaki ilk sazanı yüzüme bön bön bakar halde gördüm. İşler bununla da bitmedi. Hırçın dalgalarla bir süre boğuştuktan sonra sağ salim karaya ayak basabilmiştim. Sırılsıklam olmuş bir şekilde bu işin sorumlularını ararken, onların çoktan arazi olduklarını ama nereden geldiklerini anlamadığım bir keçi sürüsünün de hemen dibimde bittiğini, adeta onların arasına düştüğümü farkettim. Kardeşim çok uzaklardan güvenli çadırımızın oradan bana bakıyor ve anladığım kadarıyla babama olanları anlatıyordu.
Şimdi bundan daha kötü ne olabilir ki dersiniz? Şöyle ki; keçi sürüsünden bir küheylan önce ters ters bakıp sonra üstüme doğru hızla koşmaya başlayınca, ıslak elbiselerimin 10 kilo ağırlaştırdığı bedenimi engebeli arazide sağa sola koşarken buldum. Neyseki eski bir ağaç tırmanıcısı olduğumdan en yakın ağaca tırmanıp, bu olaydan da yakamı sıyırdım. Babam bu olayı izlemekten o kadar keyif almış olacak ki bir bira açıp keçiler gidene kadar hiç istifini bozmadan, bir bana bir keçilere bir de bizimkilere bakıp pis pis sırıtıyordu…
İşte sevgili okur, öncelikle havaların ısınması ile birlikte dışarı çıkarken birkaç kere düşünün. Yanınıza işinize yarayabilecek az ama öz malzeme alın. Yabancılarla pek samimi olayın. Ailenize her zaman güvenmeyin. Ve son olarak keçilerin olduğu bölgelerde her zaman tetikte olun.
Bu yaşadığımız olay Marmaris Gölköy’de başımıza gelmişti. Şimdi size mayıs ayında güzel ülkemizde yapabileceğiniz manzara dolu turlara dair bir iki tüyo vereceğim.
Öncelikle Likya Yolu’nu duymamış olanlarınız varsa, biraz internette araştırma yapabilirler. Duymuş olanlara ise basit ve bol manzaralı, günlük yaklaşık 2500-3000 kalori yakabileceğiniz bir rotadan söz etmek istiyorum:
Çıralı-Olympos-Adrasan-Gelidonya Feneri-Korsan Koyu. Çıralı’dan hatta Yanartaş’tan başlayıp, senenin bu mevsiminde çok da pişik olmadan tamamlayabileceğiniz en makul rota burasıdır. Yanartaş’a gece gitmenizi ya da yürüyüşe sabaha karşı buradan başlamanızı öneririm. Bir alternatif de yürüyüşünüzü bitirdikten sonra taşların arasından çıkan bu ateşte sucuk pişirmek olabilir
Çıralı sahilden Olympos’a yürüyüp, Olympos’tan Adrasan’a kadar olan bölge için bir miktar su ve yiyecek alışverişi yapmanızı ya da önceden hazırladığınız kumanyayı bir kere daha check etmenizi öneririm. Olympos ‘tan Musa Dağı ve Likya Yolu’na giden gizemli geçidi çevredeki herkes size gösterecektir. Olympos civarındaki tarihi yapıları da gezip, “Vay arkadaş bu Likya’lılar da ne biçim yaşamış!” demeyi unutmayın. Olympos “ulu dağ” anlamına gelmektedir ve buradaki tek ulu dağ Tahtalı’nın eteklerindedir kendisi ama bir o kadar ulu Musa Dağı’na tırmanırken taşlarla işaretlenmiş bölgede birkaç kere kaybolarak önce güzel bir vadiye çıkacak, sonra Adrasan’a inişte “Yeter artık in in bitmedi” diyeceksiniz.
Adrasan’da denize girip karnınızı doyurduktan sonra Gelidonya Feneri’ne doğru yaklaşık 15 kilometrelik bir yürüyüş daha sizi bekliyor olacak. Çıralı ile burasının arası toplam 25-26 km civarıdır ve Gelidonya Feneri’nde kamp yapmanız şiddetle tavsiye edilir. Hatta biraz daha cesur olanlar Korsan Koyu’na inip geceyi orada geçirmek isteyebilirler. Mükemmel manzaraları, biraz tehlikeli ve engebeli yolları ile kuvvete dayalı interval bir antrenman sizi bekliyor olacak. Bol bol su içmeyi, rahat kıyafetler giymeyi ve sağlam bir trekking ayakkabısı edinmeyi unutmayın.
Fırsatınız olursa, özellikle mayıs ayında Göynük Kanyonu’nun buz gibi suyunda kanyonun derinliklerine bir yolculuk yapabilirsiniz. Göynük Kanyonu koruma altında ve çok güvenli bir yerdir. Burada da çantanızda bir bira olmasına özen gösterin. Kanyonun derinliklerinde ayaklarınızı buz gibi suya sokup, çıpıs diye açılan kapağı hayal ederek, şimdiden bir yudum doğa ve mutluluk dikin kafanıza…