Söz Söylemek Gerek

Ruhunuzu besleyecek, kalpten gelen, doğru ve samimi bir iletişim kurmaya nereden başlamalı?

“Söz gümüşse sükût altındır”. Ne zaman susmak gerektiğini bilmek bilgelik bence. Ne söylendikten sonra susacaksın? Karşındaki suskunluğunu dinleyebilecek mi? Yani kime susacaksın ki altın değerinde olsun? Susmak tamamen başka bir konu…

Söyleyecek sözün varsa söylemen gerek, susmadan, içine atmadan, yuvarlamadan, söylemelisin. Konuşabilen insanlar ve açık kalple iletişim kurabilenler, sözlerini ifade edemeyenlere göre hayatta %50 avantajlı yaşıyorlar. Söyleyemeyenler, sözlerini esirgeyenler ise sonra keşke şöyle deseydim, böyle deseydim stresi ile baş başa kalıyor, kendileri ile konuşmaya bağımlı oluyorlar. Örneğin yalnız kaldığın anda aklında söyleyemediğin bir söz varsa o kelime kendiliğinden ve aniden ağzından çıkar. Sonra neden sesli söylediğini düşünür zihnin birkaç saniye. Her zaman söyleyemediklerini düşündüğünde böyle olur zaten…

Bence söylenemeyen her kelime bir düğüm oluyor insanın boğazında, ciğerlerinde, safra kesesinde, omuz kaslarında, dizlerindeki çapraz bağlarında… Tüm bedenini düğüm düğüm kaplıyor. Oysa herkes biliyor ve kabul ediyor ki iletişim günümüzün en önemli olgusu. Bence kız ya da erkek demeden çocuklarımıza konuşmayı öğrettiğimiz gibi, daha çocukken doğru ve açık iletişimi de öğretmeliyiz. İçinden geçenleri, eleştirilme, ayıplanma ya da dışlanma korkusu olmadan dile getirebilmeyi onlara daha büyürken öğretmeliyiz. Ayıplandığında ya da eleştirildiğinde ise bu karşı reaksiyonu nasıl olumlu hale getirip fayda sağlayabileceğini anlatmalıyız. Söz kısıtlarından özgürleştirebilmeliyiz çocuklarımızı…

Çocuklarımız tamam da biz ne yapacağız? Doğru ve açık iletişim ruhlarımızı besliyor, olgunlaştırıyor ve bizi fiziksel ve psikolojik sorunlardan koruyor aslında. Ancak en önemli noktayı görmezden gelemeyiz. Bizim toplumumuzda bu konuyu duyar duymaz, hadsizliğin ve kabalığın zirvesine çıkıp “valla ben açık ve doğru konuşurum” diyenlerin sayısı hiç de az değil. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”, “Dost acı söyler” gibi atasözlerinin olduğu bir toplumda bu çok da anlaşılmayacak bir şey değil tabii. Marifet çıkıp insanların yüzüne küfretmek, hakaret etmek değil; marifet kendi içindeki duygu ve düşüncelerinin önce farkına varıp sonra açık bir kalple ama kalp kırmadan doğru kelimelerle ifade edebilmek. Her duyguyu nezaketle ifade edebilecek bir kelime ve anlatım tarzı vardır. Hele bizimki kadar zengin bir dili düşününce, zorluk yaşamak mümkün değil. Gücenip hiçbir şey söylemeden gitmek ne kadar zararlıysa, düşünmeden “ben böyleyim” diyerek konuşmak da o kadar yıkıcı.

Dile getiremediklerini her gün üst üste koy ve bir dağ gibi biriktiğini, yığıldığını hayal et. Geriye dönüp çözmeye başlasan neresinden tutacaksın? Sen tutup çeksen beraberinde kim bilir hiç aklına gelmeyen neler ortaya çıkacak? O yıkıntının içinde yüzleşmek zorunda kalacağın ne olaylar, kimler ve zaman dilimleri birikecek? Sonradan tanıdığın kendini tek başına sevebilecek misin? Belki de tüm bunlardan korkup hayatının sonuna kadar o dağı büyütüp kendi kendine konuşanlardan olacaksın.

O halde bir an evvel söze başlamalıyız. Açık, doğru ve empati ile kurulmuş bir iletişim için önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Duyguların ve düşüncelerin çözümlenmesi, dışarıya çıkarken bir süzgeçten geçmesi de önemli.

Bütün bunlar kendiliğinden olsun diye kalpten öğrenilmesi, hazmedilmesi ve hayatın bir parçası haline gelmesi dileği ve sevgiyle,

Yazar: Leyla ZERGER SİDAL


Önerilen yazılar