Takatukacı takatukalamazsa… Dünyanın değişimini deneyimlerken neden siz de bu değişimin bir parçası olmalısınız?
Çocukluğumda tekerlemeler vardı benim hayatımda. Özellikle ilkokulda, yaz köşeleri, su şişeleri, daldan sarkan kartallar vardı. Şaşırmadan tekerleyip hava atmak vardı… Adeta tiyatro oyuncu seçmelerine girecekmişim gibi çalışırdım her yeni öğrendiğim tekerlemeyi. Kalıp olarak yerleştirirdim zihnime, asla değişmesine izin vermeyince de okulda en iyi ben tekerlerdim.
Her şey, ama her şeyin ince ince değiştiği bu günlerde bizler de değişiyoruz. Hiç hafife almamak gerekir. COVID-19 başladı başlayalı hepimiz bu değişimin farkındayız ve bu epey dile de getiriliyor. Hatta geçen gün bir arkadaşım, “Artık bıktık herkesin dilinde bir değişim, ne bekliyor insanoğlu?” diye sordu. Bir sürü senaryolar yazılıyor ileriye yönelik. “Tüm dünya, halkının evde oturacağı bir geleceğin provasını yapıyor” diyen de var, “Çipli yaşama merhaba deyin,” şeklinde değişimin farklı boyutlarını ortaya koyan da.
Ben ise daha çekirdeğe, daha merkeze, kendi özünüze bakmaya davet ediyorum sizi. Neler oldu siz evde oturmaya başlayalı? Alışkanlıklar 21 günde elde ediliyor ya, o zaman elinizde bir sürü yeni alışkanlığın olması gerekmiyor mu? Ama tabii her günü dolu dolu yaşadıysanız, geçiştirmeden, olduğu şekliyle, o günün havasını tertemiz ciğerlerine çekerek, var olabildiyseniz o anın içinde… Neleri farklı yapmaya başladınız?
İnsanın kendini sevmesi, değiştirmek istediklerinin farkında olması ve onlarla barışması gerekir. Ne için gerekli bu? Kendisi ile baş başa kalabilmesi için. Daha huzurlu bir yaşam için. Çünkü aslında hiç kolay değil, zihin kontrolü başlı başına bir konu. O susmak istemez, yenilmek istemez, kabul etmek istemez, ikinci olmak istemez, teslim olmak istemez… O baş başa kalmayı değil kalabalıkları sever. O baktı ki istemediği bir şeyler oluyor, hemen koşmak ister, meşgul olup, daldan dala atlamak için çaba harcar. O, yüzleşmesi gerekenlerle göz göze gelmeyi hiç istemez.
İşte tam da bu nedenle, sürekli zihnimizi meşgul edecek şeyler veririz ona. Hatta bazılarımız övünür; “Ben yoğun olmayı seviyorum, boş duramam” cümlesi ile. Benim bakış açımla bu cümlenin tercümesi şu; “Benim zihnim henüz büyümedi, oyalanmaya ve oyuncağa ihtiyacı var.”
Doğru anlamda “boş durabilmek” oldukça kıymetli bir meziyet olmadı mı günümüzde? Meditasyon yapabilmek için dünyada milyonlarca insan odaklanma tekniklerini öğrenmeye çalışıyor, bir türlü durgunlaştıramadıkları zihinleri için mücadele ediyor, ama aynı insanlar boş kalmamak için de diğer yandan zihinlerinin koşmasına izin veriyor. Bir acayiplik yok mu sizce?
Meditasyona günün belli bir saati ve belirli bir süre yaparak başlıyoruz hepimiz. Hatta ilk dönem, odaklanabilmek için sessizlik, müzik, mum gibi araçları kullanıyoruz. İkinci aşamada meditasyonun yan etkileri başlıyor. Kimilerimiz renkler görüyor, kimilerimiz siluetler. Gördüklerimizi meditasyon zannediyor, hatta bunlar biraz da hoşumuza gidiyor ve bu kez de onları görebilmek için oturuyoruz meditasyona. Oysa gördüklerimiz zihnimize verdiğimiz yeni oyuncaklardan fazlası değil. Gerçek meditasyon hali, hiçbir şey düşünmeden, o anın içinde ve etrafında olanların farkında olarak derin düşünme halidir. Bu ne demek? Sadece deneyimlemek gerekir demek. Günlerce konuşup, sayfalarca yazılabilir, ancak hiç biri 2 dakikalık deneyimden daha kıymetli olamaz insan zihni için.
İşte tam olarak insanoğlunun zihinsel macerası böyle başlıyor. Zihni büyütüp olgunlaştırabilmek için önce onu tanıyıp dinlemek gerekiyor. Sırasıyla kendinle yüzleşme, kabul ve değişim böyle giriyor hayatımıza. O kalıcı ve kaçınılmaz değişim…
Peki kendinizdeki değişimi gerçekleştiremezseniz, her şey, tüm dünya değişirken ne olacak? Üzüleceksiniz… Ancak ve ancak değişimin bir parçası olursanız, onun kaçınılmaz olduğunu görüp değişen şeyler için de üzülmenin yersizliğini fark edeceksiniz. Gerçek tanımıyla; değişen şeylere üzülmediğinizi ancak aklına gelince fark edeceksiniz.
İlk nefes alışınızla başlayan hayat, yine son kez nefes verişinizle bitecekse, iki nefes arası ne yaptıysanız o sizsiniz. Seçenekleriniz var tabii; ya iki nefes arası değişimi içinize çekersiniz ya da başkalarından bir şeyler bekleyerek kendi hayatınızı emanete verirsiniz.
Kısaca UFO’ları, çipleri, birilerinin bizi eve kapatmasını düşünüp, “Dünya değişiyor, bize ne olacak?” diye endişeleneceğinize, ilk olarak kendinize bakın. Fırsat olarak tanımlayın olan biteni, kendinizle yüzleşin, meditasyon yapın, dışarıdan izleyici olun hayatınıza, geliştirin, güzelleştirin ve sevin kendinizi. Siz değiştiğiniz için farklılaşsın hayat. Siz değiştiğiniz için daha güzel görün renkleri, siz değiştiğiniz için daha çözüm odaklı bakın olan bitene.
Bırakın değişsin tekerlemeler bile. Kalıp olan şeyleri bile yenileyin. Yanlış tekerleyin gerekiyorsa. Takatukacıya götürdüğünüz takatukaları, eğer takatukacı takatukalamıyorsa geri getirmeyin. Kendiniz takatukaladıktan sonra geri getirin.
Sevgiyle…